Kayıtlar

seninle biz.

kaç meridyen daha ötede doğunca mutlu olunur? ya da insan kaç meridyen beride olduğunda mutsuz coğrafyanın tam ortasında kendini bulur? hangi pusula senin kalbimdeki koordinatını tutturur ben ne ekinokslar görebileceğimizi bu denli merak ediyoken? dahası...bi karo parçasında da nasıl huzurlu bi dünya kurulabilir biliyoken..? ben, kimsenin döngüsünde olmak istemiyorum. ben, benim olanlarla ve olacaklarla akmak istiyorum okyanuslarca. her şeyi sevmek istediğim gibi sevmek istiyorum! ve sen, bu vahşi isteğime çok dahilsin sevgilim. ben...seni severken...bana parmak ucun dokunsa ürperen irkilen, yazdan kalma, belli belirsiz sarımtrak tüylerimin arasından, bacaklarımdan birbirimize akalım istiyorum! çoğalalımmm, yayılalım istiyorum.  ben, bakışlarımızdan çıkan umut kabarcıkları evrende muson yağmurları gibi yağsın istiyorum tüm umutsuzlukların, tüm umutsuz olanların başından aşağı. ben...seninle olalım istiyorum, olmak istiyorum sevdiğim. ham olalım, saf olalım. olup olup dolalım istiyo...

senin artık nefes almıyo olman çok saçma Tolga, çok saçma !

dünden beri sebepsiz içim sıkılıyo. neye olduğunu anlamlandırmaya çalıştığım bir sürü parametreyle çebelleştim, içim içimi, yedi. ne yediğimden içtiğimden anladım ne uzun zamandır görmediğim arkadaşımla sohbetimden, ne güldüğümden...  sahne hazırlıkları sırasında goygoydayken öylesine aklına gelse birden ve sorsan sevmediğin ay var mı ki senin? sen hep neşelisin, hepsinde de ayrı keyiflisindir desen bana... aaaa o işler öyle olmuyo, sen öyle san diyip olmaz mı olum, net kasım diye cevap veririm sana. hiç düşünmeden, tekte. kasım çok ayrılık estiriyo, sevmiyorum.  en sevdiğim kim gittiyse hep kasımda gitti benim... en sevdiğim, en doyamadığım, en tanışamadığım, en fazla zaman geçiremediğim kim var kim yoksa amına kodumun kasımında gitti. aha şimdi de sen... kasım sadece bana mı yoksa herkese mi fazla geliyor? ama yalnızca benim gidenlerimi saysam bile amına koduğumun kasımı bu dünyaya fazlalık çıkar. bir yıl sırf gidenlerden sebep 12 ay olmasın. 11 ay olsun ne çıkar? gül gibi y...

yüzleşme

almanya'da martı var mı? dedi kız daha masalarına henüz oturmuş olmalarına rağmen. anlamadı çocuk. kız boşa düşmüş bakışlarıyla tekrar sordu.  - almanya'da martı var mı gökyüzünde?  "haa..." dedi. "yok yani var da pek yok."  - o zaman sen ne demeye bensiz bir gününün geçmediğini söyleyip duruyosun orda burda? martı yoksa ben de yokum say. "sen" dedi... "benim martım olup yüreğime konalı çok oldu canımmmm. yıllardır o yüzden o an için çırpınıp durur yüreğim." kız kaldırdı kafasını. sertliğini koruyamadı... yüzü değişti. bakışları değişti.  gözü, gözünün feri değişti... bi damlası düştü hemen oracıkta önüne.  sildi, çocuğun elini sevdi.  o güne kadar hiç el tutmamış gibiydi. 

ilkelerim var ve beni satın alamayacaklar anne. sen bile...

kuralsızlıklardan, düzensizliklerden korkuyosun. kurallara uyulmadığında ne yaşadın, ne gördün acaba? sevilmeyeceğini düşünüyo olabilir misin mesela? kalkıp da adımı kural koyarken...en büyük sınavını vereceğin hiç aklına gelir miydi? kuraldan, ilkesiz kalmaktan, benden, bensiz kalmaktan korkuyosun. ve aslında tam da korkunu yaşıyosun... korkundan bana yaklaşmaktan çekinmiş, mesafeli durmuşsun hayatın boyunca. hiçbi zaman bana kendi hikayeni dürüstçe anlatmayıp ama benim anlatmamı hep beklemişsin, hatta anlatmadığımda da didikleyip kendi yöntemlerinle bişeyler öğrenmeye çalıştığın aşikar...  kendini gerçekten hiç açmamış ve bana da açtırmamışsın. bir kez olsun birlikte başbaşa sinemaya gidip film çıkışı filmi konuşmamış, date gibi özenerek yemeğe çıkmamış, birlikte keyifle gezip alışveriş yapmamış bi anne kızız biz. ben bi kural olmuş kimi zaman uygulanmış kalın yaldızlı çerçevelerle "en önemli makamların" masalarının, koltuklarının hemen arkasına asılacağım sanmıştım Atatürk...

ben kendimi bildim bileli yalnız hissediyorum. bu ilk ölüşüm diyil.

bilgisayarın simsiyah masaüstüne yansıyan ağlamaklı gözlerime baktım. kendimi gördüğüm zamanların pek çoklarından farklı bi görüntü değildi. saçımın doğal ev topuzu, üstümdeki ip askılının müstehcen yerlerimi örtecek kadar küçük olması beni seksi ya da gizemli yapması kurtarmazdı. gözlerim doluydu. ve şunu çok iyi biliyorum ki; gözyaşları akamadan pınarının ucunda hazır ve nazır bekleyenler, seksiliğin yakınından yöresinden geçemezler.  hayat...kalıplarla oluşturulan bir evren. yaratılan algılar, sıfatlar ve zorlamaların hiçbir şeye hizmet ettiği yok. -mış gibi hayatlarla sönen nefesler kaburgalarımızın altında çöplükten de beter. kokuşmuş şovlarınız ve görev tanımlarınızı istemiyorum! bana şefkat göstermeyin. bana gerçeklikten bahsedin. size saygı duyabilmem için buna ihtiyacım var. sizlere biraz olsun saygı duyabilmem için... bir nebzede olsa... sizlere saygı duymaya neden ihtiyacım var? onu... sor-ma.  kalktım. mutfaktan bir tomar havlu peçete aldım. oturdum. şortumun da an...

çocukluğumdan beri aklımda, kulağımda dönüp duran...

kafama taktığım şeyler...  sürekli onların moral bozukluğuyla devam etmiyorum hayatıma. eskisi gibi bilmem kaç günlerce evden çıkmamazlıklar yapmıyorum. olağan hayat akışıma ket vuracak buhranlara girmiyorum. evet bu. yaşadığım her şey ülke gerçeği. evet ben burada mutlu olduğum zihniyetlerle ve yaşam haklarıyla varolmuyorum. evet bunalıyorum. evet bir sahil kasabası da benim çözümüm. ait hissedebileceğim bir ekiple uzun soluklu çalışmak da. imkanım varsa ne yapabilirim diye yurtdışına da bakınabilirim. günlerimi zehir ederek yaşıyo olmam demek daha uç bişey gibi sanki... beni kaptırdığıma dair düşük moralli olmakla itham ettiğiniz cümleleriniz, tuzunuzun kuru olmasından mı? benden daha iyi eğitimler almış olduğunuzdan mı? benim arkamda sırtımı fazlasıyla rahat rahat dayayacağım ailemin olmamasından mı? benden daha fazla para kazandığınızdan mı? sigorta gününüzün benden yüksek olması sebebiyle 65 yaşında hakedeceğimiz emekliliğe yaklaşmış olmanız mı? bravo. size kötü bi haberim var...

bi kitapta şöyle diyordu: "korkaklar bin kere ölür, cesurlar bir kere." sen... yine de ölme.

benim için neyin iyi olacağına karar verip gittin. bense biraz daha didişelim istiyodum. zaten dün gece sen de öyle söylemiştin. "söv, kus, bağır, çağır istediğin kadar" diye. e ben de ona güvenmiştim. didişmek isterken bi anda... nereye gittin? niye böyle oldu ki? gerçekten gittin mi?  beynimin içinde bunlar dönüp dururken kendimi patlıcana verdim. ikimizin de hastası olduğu bişey neticede. umarım sana duyduğum hıncı, özlemi, öfkeyi, sevgiyi ve duyduğum ama adını koyamadığım bilimum hissi patlıcanlardan çıkarıp dünyadaki sera, bağ bahçe, stok falan ne varsa tüketmem. zira bu diğer tüm patlıcan severlerin sonu olur. köz patlıcan salatasız bi dünya düşünülemez neticede. ve ben, şu ahir ömrümde kimsenin üzüntüsüne sebep olmak istemem.  her yazışmamızda tammm dibe çökecekken kum tanelerimi havalandırıyosun. suyu berraklaştırmaya çalıştığım süreçte daha çok bulandı. anlamıyosun. sadece kendim için değil. bunu senin için de istemiştim oysa. hoyratça ille şimdi de şimdi diye tuttur...