çocukluğumdan beri aklımda, kulağımda dönüp duran...

kafama taktığım şeyler... 

sürekli onların moral bozukluğuyla devam etmiyorum hayatıma. eskisi gibi bilmem kaç günlerce evden çıkmamazlıklar yapmıyorum. olağan hayat akışıma ket vuracak buhranlara girmiyorum. evet bu. yaşadığım her şey ülke gerçeği. evet ben burada mutlu olduğum zihniyetlerle ve yaşam haklarıyla varolmuyorum. evet bunalıyorum. evet bir sahil kasabası da benim çözümüm. ait hissedebileceğim bir ekiple uzun soluklu çalışmak da. imkanım varsa ne yapabilirim diye yurtdışına da bakınabilirim. günlerimi zehir ederek yaşıyo olmam demek daha uç bişey gibi sanki... beni kaptırdığıma dair düşük moralli olmakla itham ettiğiniz cümleleriniz, tuzunuzun kuru olmasından mı? benden daha iyi eğitimler almış olduğunuzdan mı? benim arkamda sırtımı fazlasıyla rahat rahat dayayacağım ailemin olmamasından mı? benden daha fazla para kazandığınızdan mı? sigorta gününüzün benden yüksek olması sebebiyle 65 yaşında hakedeceğimiz emekliliğe yaklaşmış olmanız mı? bravo. size kötü bi haberim var: bunların hepsi safsata.    

kimsecikler kusura bakmasın... ya da bakıyosa da baksın ama güçlü durmakla ilgili de kendi adıma şöyle düşünüyorum: ben, fazlasıyla ve muhtemelen tahmin ettiğinizden çok çok çok daha fazlaca kere "güçlü olmak zorunda" olduğum süreçler, köşe başları yaşadım. "yaşıma göre" olan pek çok şeyi de yaşamadım. hayatta kalmanın bile benim için anatomik olarak zor olduğu günler oldu. şimdi "güçlü kadın" olmak gibi bi derdim de yok benim. bi ara vardı ama açıkcası canı cehenneme o tabirin! ben içimdeki potansiyeli biliyorum. ben, güçlü olduğum kadar duygularını yaşayabilen, hayattaki arayışının, amacının, yolunun hislerinde ilerleyebilen biri olmak istiyorum. kendimi taşımak istediğim nokta ancak bilgili, bilinçli, bilgeliğe yakın bi insan olma noktası. tüm bunları olduğu gibi görüp hayatıma keyif aldığım anlarla, mutlu olduğum insanlarla, işlerle, kendimi anlamlandırabildiğim şekilde devam etmek için, herkesin radikal diyip durduğu benim içinse fazlasıyla olması gereken -normal olan- bulunduğum yerden taşınma sayfamı açtım. yani pek çoklarınızın aksine götüm yedi ve Mevlana'nın tabiriyle olduğum dünyayı değiştiremediğimde dünyamı değiştirdim. zamanın akışına en bilinçli ama suya düşmüş bir yaprak kadar bırakmış halimle uyumlandığımı düşündüğüm bi dönemdeyim. herşeye ve buna rağmen yine de tabi ki daha yolum var. içimi karartmıyorum. korkma. hayallerim var. 

ülkem, evet üzücü bi tablo veriyo insana. belki sırtlanıp Atatürk'ün hasta adam imajını kırdığı devrimlerden yapamam ama değer/değerli bişeylerde imzamın kalmasını istiyorum. bunun gerçekten gelecekten, yeni nesillerden değişeceğine inanıyorum. ben iyi olmazsam etrafımdaki kimseyi de iyi edemem, onlara da bişey sağlayamam, ön ayak olamam, gayelerime ulaşamam. öncelik benim akıl sağlığım. biliyorum.

ümitsizliğim bazen pik yapıyo. L koltuğun tam da L olduğu yerde o ümitsizliğin geçmesini bekliyorum. o ümitsizliği yaşayarak geçmesini bekliyorum. yaşarken de cümlelerimi ağzımdan çıktığı gibi anladığından şüphe etmediğim biriyle/birileriyle duygularımı paylaşmak, kendi kendime düşünmek, kendimle lafın lafı açması, genellikle yazmak gibi yöntemlerim var. terapi sırlarım bu kadar işte. herkes terapi sırlarını bulabilse keşke... 

içinizden geçenleri söyleme kararı alın. hevesleri, heyecanları kaçırmaktan uzak önce kendinizi daha sağlam tanıyabilmek adına alın bu kararı. bunu püripak dürüstçe yapabilirseniz eğer "iyi yaptım ha" diyeceğiniz en dolu şey olacağından şüphem yok. içinden geçenleri hep söyle. ben de yapıyorum. kendimden biliyorum... müthiş bir rahatlık. 

bir cümlem var...çocukluğumdan beri aklımda, kulağımda dönüp duran. 

"susma; sustukça, sıra sana gelecek!"   

bu cümlenin zehrinin tadı var. ben, duyduğumdan beri, o gün bugündür susmam.

susamam. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

seninle biz.

bi kitapta şöyle diyordu: "korkaklar bin kere ölür, cesurlar bir kere." sen... yine de ölme.

ilkelerim var ve beni satın alamayacaklar anne. sen bile...