ben kendimi bildim bileli yalnız hissediyorum. bu ilk ölüşüm diyil.
bilgisayarın simsiyah masaüstüne yansıyan ağlamaklı gözlerime baktım. kendimi gördüğüm zamanların pek çoklarından farklı bi görüntü değildi. saçımın doğal ev topuzu, üstümdeki ip askılının müstehcen yerlerimi örtecek kadar küçük olması beni seksi ya da gizemli yapması kurtarmazdı. gözlerim doluydu. ve şunu çok iyi biliyorum ki; gözyaşları akamadan pınarının ucunda hazır ve nazır bekleyenler, seksiliğin yakınından yöresinden geçemezler.
hayat...kalıplarla oluşturulan bir evren. yaratılan algılar, sıfatlar ve zorlamaların hiçbir şeye hizmet ettiği yok. -mış gibi hayatlarla sönen nefesler kaburgalarımızın altında çöplükten de beter. kokuşmuş şovlarınız ve görev tanımlarınızı istemiyorum! bana şefkat göstermeyin. bana gerçeklikten bahsedin. size saygı duyabilmem için buna ihtiyacım var. sizlere biraz olsun saygı duyabilmem için... bir nebzede olsa... sizlere saygı duymaya neden ihtiyacım var? onu... sor-ma.
kalktım. mutfaktan bir tomar havlu peçete aldım. oturdum. şortumun da ancak ve ancak müstehcen yerlerimi örtebilecek kadar kapalı olduğunun yansımasına baktım. yağ yakmayı sağladığını, metabolizma hızlandırmayı başardığı iddia edilen çubuk tarçınlı soğuk suyumdan bi yudum aldım. ezberletilmiş bilgiler kervanında ben, gövdemin tam ortasında dinmeyen bir korla yaşarken...üstelik yağlarım pek de umrumda değilken...
zili çaldı çamaşır makinasının. bittiğini haber veren o zili. kaç saniyede bir çalıyor bilmiyorum. saymadım. dikkat kesilmedim. ve araştırmadım. ama çok çalıyor... çok! mütemadiyen çalıyor. dı dı dit... dı dı diiit... sus artık, suuuuus! dı dı diiiiit...
düşünüyorum. ben acaba alarm verdim mi biterken? illa ki vermişimdir. beni kimse duydu mu? gerçekten beni de duydular mı dersiniz? yahu... beni kim duysun. hem susmak da önemli konuşmak kadar. insanlara göre hiç susmak istemiyomuşcasına konuşuyo olabilirim. farkındayım. çoğu öyle düşünür benim için. ama uzun uzun susmanın önemini uzunca bi süredir bir hayli iyi biliyorum. susmamam gereken şeylere susmamam gerektiğini bildiğim kadar hem de.
içime dönüp sustuğumda hayvanlar alemindeki en iyi işitme becerisindeki petek güvesine bile aşık atabilecek kadar dinliyo, teleskoplardan bile daha derin görüyorum bence dünyayı. "normal olmak" diye bişeyin varlığına kendi kendimi güç bela ikna ettiğim bi zaman diliminde sağır oldum, kör oldum ben. oysa içime döndüğümde, kendi dünyamda en sevdiğim yemeği yercesine benden beklenmeyen bi iştahla besleniyorum. rahat bırakın. rahat! ve relax...
"kalabalık" arkadaşlıklarınıza da, kendi hayatınızda benim hayatımdan daha iyi olduğu aşikar olan konular üzerinden bana "yardım" ettiğinizi sandığınız cümlelerinize de ihtiyacım yok benim. o yüzden, çoğunuza artık bişey demiyorum bile. çünkü, ne kadar çok susarsam o kadar çok konuşacak şeyim olacağını muhtemelen 2 yaşında keşfetmişim. ki o güne kadar tek bir agu bugu kelimem bile yok bu hayata. yarım yamalak işler yapmak, cümleleri o yaşta bile derme çatma kurmak benim yapıma ters. o yüzden ağzımdan çıkan ilk şey öznesi yüklemi güveni hissi yerli yerinde dolu dolu bir "babam gelsin." cümlesi belki de.
bi süre sustuktan sonra durmamacasına konuşmak istiyo insan. gerçi anlayıp anlamadığınızı bilemiyorum. malum herkesin o kadar kelime dağarcığı yok ve herkes simyacı okumuş olmayabilir ortaokulda. sadece... ben insanlarla gerçek sohbetler edememekten çok sıkıldım. hem bide bi bok sandığın ama soru sorsa bile dinlemeyenlerle dolu etraf. bana kalırsa el kaldırarak, söz alarak bile konuşulmaz bunlarla.
hızlı cümleler kurulmadığı müddetçe lafların bitirilmesine tahammül edemeyen ya da söylenecekler henüz bitmeden verecekleri karşıt cevapları düşünenlerle dünnnnden bugüne dolu bu dünya. kaç kerelerce deneyimledik, gördük be. 7sinden 77sine yarım kaldı cümlelerimiz, 7sinden 77sine yarım bıraktırıldı babam gelsin'li hislerimiz. duyguları üzerine uzun uzun düşünmeyenler balyozlarla indirdiler duygularımızı saniyelik paramparçalıklara. en sonunda Kadıköy'den üsküdara yürürken eyvallah çekiyosun "varış noktasına ulaştığında". birileri yol göstermek için hep... ya da... hiç... senin yanında olamıyo işte. ve sen en sonunda oturup kendi yöntemlerince şaşacak olsa da o anki navigasyonundan medet umuyosun. vardığında yapayalnız kalmış oluyosun.
olsun.
aslında tıpkı... bi yerin kırılmış gibi... sıcağı sıcağına bilmiyosun.
bi kuble birsen tezer dinliyosun.
o fısıldıyo: belki de en güzeli böyle...
Yorumlar
Yorum Gönder