bi kitapta şöyle diyordu: "korkaklar bin kere ölür, cesurlar bir kere." sen... yine de ölme.
benim için neyin iyi olacağına karar verip gittin. bense biraz daha didişelim istiyodum. zaten dün gece sen de öyle söylemiştin. "söv, kus, bağır, çağır istediğin kadar" diye. e ben de ona güvenmiştim. didişmek isterken bi anda... nereye gittin? niye böyle oldu ki? gerçekten gittin mi?
beynimin içinde bunlar dönüp dururken kendimi patlıcana verdim. ikimizin de hastası olduğu bişey neticede. umarım sana duyduğum hıncı, özlemi, öfkeyi, sevgiyi ve duyduğum ama adını koyamadığım bilimum hissi patlıcanlardan çıkarıp dünyadaki sera, bağ bahçe, stok falan ne varsa tüketmem. zira bu diğer tüm patlıcan severlerin sonu olur. köz patlıcan salatasız bi dünya düşünülemez neticede. ve ben, şu ahir ömrümde kimsenin üzüntüsüne sebep olmak istemem.
her yazışmamızda tammm dibe çökecekken kum tanelerimi havalandırıyosun. suyu berraklaştırmaya çalıştığım süreçte daha çok bulandı. anlamıyosun. sadece kendim için değil. bunu senin için de istemiştim oysa. hoyratça ille şimdi de şimdi diye tutturmalarına gerek var mıydı alllllah aşkına? seni ilk gördüğüm yerde öpmeyecek miydim? bi türlü öğrenemediğim gitar eşliğinde şarkı söylemeyecek miydik? n'oldu? tüm bunlar ilüzyon mu? sen, beynimin yarattığı bi kurgu muydun sadece?
kendini kaç güne sığdırdın ömrümde? ne kadar ömür biçtin kendine? ben, sana, yeniden yeniden heyecanlanabilirdim her seferinde ve her "seferinde"... bizim birbirimizi yaşamamız gerek. anladın mı? anlar mısın? nolur biraz olsun... tam olarak ne zaman idrak eder ve bunun için çalışırsın sence? ona göre alarmı kurup tüm yurtta coşkuyla kutlama yapıcam buralarda. istanbul'un göbeğinde sazlıklardan düdükler yapıcam. seni beklediğim yerde. ağladığım her koordinattan gözyaşlarımı silicem. ve ağladığın her denizden damıtıcam gözyaşlarını...
ikimizden biri "hadi kalk şunu yapalım" dediğinde diğerinin yapmaya girişmeyeceğini düşünmedim hiç. onun için bu kadar sersemledim içinde bulunduğumuz haleti ruhiyeden... sudan çıkmış balık gibiyim ama ne balığı olduğuma dair en ufak bir fikrim bile yok. bilip söyleyebilseydim fizyolojik, anatomik ve histolojik temel bikaç bilgiyle kurtarılabilirdim engin donanımlı yetkili abiler ablalar tarafından. şimdiyse yüzeyde nefes alamıyorum. bi oltaya takıldım. çıkarttın... yaşam alanıma geri attın... gibi yaptın. sonra geldin. tekrar takıldım. tekrar yaşam alanıma geri attın...gibi gördü yani dışardan bakanlar. sonra tekrar. bana kaç kere gelmek istersin mesela? bana kaç kere, nasıl gelmek istersin? benim sana kaç kere ve nasıl kapıyı açmamı istersin? oysa anahtar yaptırmıştım sana. tamamen birbirimizde kalacak bir çift anahtar. biri sana... biri bana.
senden sebep oluşan korkularımı yargılayıp beni suçlarken bi yandan anahtarını nerede unuttuğunu hatırla! olur da verdiğin sözlerinden birini tutarsan, muhtemelen bahsettiğin kafamı duvarlara vurma sahnemde ya "kessss - tik" diye bağıracaksın ya da elini duvarla başım arasına çoktaaan koymuş olcaksın. koca yürekli adamsın. o kadarını yaparsın. zahmet olmaz.
bi keresinde ben ya gökyüzündeyim ya denizlerdeyim dedin ya bana. umudun rengidir mavi. ve ben mavi olan herşeydeyim. umudun olduğu her yerdeyim. her tonundayım mavinin. tıpppkı sevdiğin gibi sevmek istediğim...
ben... senden başka kimsenin eve girmesini istemiyorum. hala anahtar sende. sen nereye koyduğunu hatırladığında, o sihirle açılıp etrafı kaplayacak içimizde olan yıldızlı ne var ne yoksa. sen de bunu böyle bil ! bir gün...teleskoplardan da iyi görecek gözlerimiz ve en büyüleyici ezgilerle saçılacak seninle söylemek için birbirimizden gizli yaptığımız playlistlerimiz... sana söz veriyorum. biz bir nakarat bile söyleyemeden göçüp gitmeyeceğiz bu "düzen"den.
Yorumlar
Yorum Gönder